Olduğu gibi, çalakalem

mug watch and planner book on brown wooden surface

Bugün bir deneme yapmaya karar verdim, sadece önüme boş bir word dosyası açtım ve yazmaya başladım. Düşünmeden tıpkı 6 dakika egzersizleri gibi aklıma geleni yazıyorum, olduğu gibi yayımlar mıyım? Sanmıyorum ama içinden mutlaka işe yarar birkaç satır çıkar diye umut ediyorum. Çıkar değil mi? Neden çıkmasın ki 🙂

Önce Google hazretlerine bugün ne yazsam diye sordum, oradan bu isimde bir müzikal olduğunu öğrendim ama devamını okumadım, okusam orada kaybolup giderdim büyük olasılıkla. Sonra sanal yazı evine bakıp oradan fikir alayım dedim. Bir kart oyunu eklemişler, kartı seçiyorsun konu çıkıyor. Bana çıka çıka tavana bakıyorsun anlat çıktı. Tavana bakmaktan güzel bir hikâye çıkar ama bugün hikâye yazasım yok. Çalakalem yazmak en güzeli sanki.

Bu arada yeni bir kitaba başladım Günlük Ritüeller, yazarı Mason Currey… Yazarların, sanatçıların günlük alışkanlıklarını anlatıyor. Henüz kitabı bitirmedim yarısındayım ve okuduklarımın çoğunun sabah insanı olduğunu ve yürüdüğünü gördüm. Sabah kalkıp bir iki saat aralıksız çalışıp, öğleden sonralarını yürüyerek akşamlarını sosyalleşerek geçiren yazarlar, daha çok yazarlar dikkatimi çekti. Onların ritüellerini daha bir dikkatli okudum. Sonra dönüp kendime baktım, evet bir yazar değilim ama yazmayı seviyorum. Gerçi yazarım demek için illaki basılı bir kitap, makale mi olması gerekiyor ondan da emin değilim. Blogda yıllardır yazdığıma göre bende kendime yazarım diyebilirim bence.

İşte bu yüzden sanırım yazarların alışkanlıkları daha çok dikkatimi çekti, çünkü bu aralar yazma eyleminde çok zorlanıyorum. Yazmak istiyorum ama klavye başına geçmek imkansız gibi geliyor. Evet geleneksel yazarlar gibi defter kalemle yazamıyorum. Defterin başına geçip kalemi elime aldığımda bildiğin günlük yazmaya başlıyorum. Onun da ayrı bir etkisi var eminim. Bir ara her sabah düzenli sabah sayfaları yazıyordum ki blogda en üretken olduğum dönemdi. Şimdi haftada iki gün belki yazıyorum. Sonra yürüyüş geldi aklıma, sabah sayfalarını düzenli yazdığım günlerde ayrıca sabahları düzenli yürüyüşümü de yapıyordum. Bahane bulmadan çocuğu okula bırakıp parkta yürüyüş yapıyordum. Bugünler de ise her şeye bahanem var; en çok kullandığım bahanem kurs ve hava:

  • Hava soğuk, yürüyüşten sonra duş alıp kursa gidemem.
  • Hava yağmurlu, çok ıslanırım.
  • Bugün kurs var, yürüyüş ve duş çok uzun sürer
  • Kursum var, sabah sayfaları mı yazacağım onun yerine kahvaltı yaparım.

Bu arada kursum haftanın üç günü ve sadece 10-12 arasında, evden 9.30da çıkıyorum eve 12.30da geliyorum. Günün 3 saatini alan bir etkinliği her şeye bahane ediyorum yani.

Ben kitaptan bahsediyordum sanki, ah bir de bu kitapta yazarlar nedense çok içiyor. Akşamları alkol almayanı sabahları kahve içmeyeni neredeyse yok. Varsa da çok az. Kahve kısmı bana uyuyor, yine de her daim yaratıcı olamıyorum. Gerçi onlarda olamıyormuş, ama mutlaka düzenli olarak aynı saatte yazılarının başlarına oturuyorlarmış.

Peki gerçekten yazmak için bir rutin gerekir mi? Yoksa sadece yazma isteği yeterli mi? Yoksa illaki bir ritüel mi olmalı?

Bu soruları kendime sordum, şimdi yazarken 🙂 Rutinim olduğunda daha yaratıcı olduğumun farkındayım: Sabah sayfalarımı yazıp yürüyüşümü düzenli yaparken daha çok fikir buluyordum. Ama bu sadece fikir bulmak için işe yarıyordu, bazen hikâye fikirleri aklıma gelir deftere yazardım ama onların devamı olamadı. Rutin işe yarıyorsa yazma isteği de olmalı bence. Rutini ritüele dönüştürmek de belki biraz romantiklik katar olaya:

“Her sabah kahve çekirdeklerini öğütür, kahve kokusu odayı sararken yazmak için defterimi kalemi hazırlarım. Kahvemi demleyip masamın başına geçtiğimde dalgalanan mum aleviyle yazmaya başlarım. Kahvem bitesiye kadar en az 500 kelime yazmış olurum”

Böyle bir sabahım olsun ister miydim? Evet, çok isterdim ama hayaller hayatlar demişler. Kendime dönüp baktığımda en iyi yazma anlarımın evde yalnız olduğum günler olduğunu fark ettim, bölünmeden, dikkatim dağılmadan, sakince. İki odalı evimizde bir çalışma odam yok; ya koltuk üstünde ya da mutfak masasında yazıyorum. Evimiz açık mutfak olduğu için nerede yazdığımın çok önemi yok aslında, mutfağa eşim girip su alsa bile dikkatim dağılıyor. Zaten asıl bu yüzden yalnızken yazmayı seviyorum, dikkat dağıtacak tek şey telefon, onun da sesini kapatıp kendimden uzak bir yere koyduğumda sorun kalmıyor.

Ve sonuçta asıl yazmama bahanemi buldum: evde yalnız olmamak. Bu arada bu sadece yazmamak için değil kendim için yapmak istediğim birçok şeye bahanem. Kanaviçemi elime aldığımda bölünmeyi sevmiyorum, resim yaparken bitiresiye kadar yerimden kalkmak istemiyorum, evde temizlik yaparken bile ayak altında kimse olmasın istiyorum. Büyük bir olasılıkla tüm gün yalnız olsam bu sefer de onu bahane ederdim. İşe gittiğim zamanları düşünüyorum, çalışmıyor olsam neler yapardım ama tüm gün işteyim diyordum. Beş senedir çalışmıyorum ama hala kendime istediklerimi yapabilmek için bahaneler üretiyorum. Bu yazının sonucu olarak kendime yeni yıl hedefi vermeye karar verdim:

Yapmak istediklerin için bahane üretmek yok, aklındakiler için ilk adımı at!

Kişisel gelişim klişesi gibi oldu ama benim için gerçek bu. Belki burada yazarsam bahanelerimin arkasına saklanmayı bırakırım.

Yazıma çalakalem başladım, buralara geldi… Ve ilk defa yazdıklarımı değiştirmeden yayımlamaya karar verdim, sadece imla hatalarını düzeltip yayımla tuşuna basıyorum.

Az kalsın sormayı unutuyordum, sizin ritüelleriniz ya da rutinleriniz var mı? Özellikle yazmayı seven arkadaşlarım, sizi merakla bekliyorum 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir