Hera ve Elif

beautiful peacock feathers in close up photography

Çocukluğunda her yaz uzaktan baktığı adaya geldiğinde, saatlerini antik bir sütunun önünde geçireceğini bilmiyordu Elif. Hera Tapınağı’nın günümüze kadar gelmiş görkemli sütunu onu kendine hayran bırakmıştı. Her gün otelinden çıkıp antik alana defteriyle gidiyor, ziyaret saati sonuna kadar hevesle yazıyordu. 

Sisam’a diğer adıyla Samos’a gelmek hiç aklında yoktu Elif’in, aslında birkaç yıl önce ona kitap yazmak için tası tarağı toplayıp bir Yunan adasına gideceksin deseler gülüp geçerdi. Evet gezmeyi severdi, okumak en büyük tutkusuydu ama kitap yazmak hele ki mitolojik bir karakter için kitap yazmak düşüneceği en son şey bile değildi. Sahi nasıl elinde kalemle tutkuyla yazmaya başlamıştı?

Lise yıllarında kitapçıda gezinirken Homeros’un İlyada’sı karşısına çıkmış ve Yunan mitolojisini araştırmaya başlamıştı. O zamanlardan beri en sevdiği tanrıça Hera olmuştu, hatta sembollerinden tavus kuşu ve narı vücudunda taşıyordu: omuzunda tavus kuşu tüyleri, elinde ise bir nar dövmesi vardı. Olympos tanrıları arasında kraliçe olarak anılması mı yoksa Evlilik Kraliçesi olması mı ya da baharla ilişkilendirilmesi mi onu cezbetti bilmiyordu, ancak en az onun kadar kıskanç ve kinci olduğunu biliyordu. Bu özelliğini sevmese de kendine engel olamıyordu. 

Hera’ya olan tutkusu günden güne artarken kendisi kadar mitolojiye tutkun Berk’le Efes tapınağında tanıştığında kendi Zeus’unu bulmuş gibi hissetmişti Elif. Arkeolog olan Berk’le günleri birlikte geçiyordu, kendini hiç bu kadar mutlu hissetmemişti. Evlilik kraliçesi olma zamanının kendisine geldiğini düşünmeye başlamıştı, bir gün Berk’i başka bir kızla görünceye kadar. Kıskançlıktan çılgına dönmüş ne yapacağını şaşırmıştı; tıpkı Hera gibi… 

O Hera değildi, kimseyi ineğe ya da canavara çeviremezdi, tek yapabileceği bağırıp çağırmaktı. Artık ne adadaki dükkanını açmaya gidiyordu ne de farklı boylarda yaptığı çok sevdiği heykellerine elini sürüyordu. Bayılırdı çamura şekil vermeye, onu Yunan Tanrılarına çevirmeye… Bir gün tüm Zeus heykellerini tek tek kırdığında daha fazla orada kalamayacağına karar verdi. Bir tek orada yaşayanların ada dediği Kuşadası’nı arkasında bırakıp Sisam’a gerçek adaya gitmek için vapura bindiğinde, yanına Hera’yı anlatan bulabildiği tüm kitapları almıştı. 

Günlerce adada sadece okudu, kitapları bitince kendini Hera Tapınağı’nın önünde buldu; Hera bu adada doğmuştu ve onun adına yapılan bu tapınağın tek bir sütunu günümüze gelmiş olsa da insanı büyülüyordu. İşte o an, Hera’yı okuduğu hiçbir kitabın anlatamadığını düşündü ve eline kalemi aldı: Hera’yı o anlatmalıydı, ne de olsa Elif Hera’ydı, Hera da Elif.

***Geçen yıl katıldığım İllüstrasyon Kulübü’nün Yazarak ve Çizerek Hikaye Anlatıcılığı programının ödevi olarak yazmıştım bu hikayeyi, gün ışığına çıkma zamanı gelmiş sanki 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir