Kocaman bir yaz tatillinden sonra merhaba!
Tam blog yazılarımı düzene oturtmuşken yaz tatili araya girdi. Tatille birlikte benim yazmama bahanelerim de arşa yükseldi. Yazmayı ne kadar sevsem de sessiz ve sakin bir ortam olmadan istediğim gibi yazamıyoum. Belki de sadece kendime bahane uyduruyorum. Yaz bitti, hatta eylül bile bitmek üzere ama gördüğünüz gibi ben daha yeni geldim 🙂
Şimdi, son yazımdan bu yana neler okumuşum onlara bir bakalım mı? Çayınız,kahveniz hazırsa başlıyoruz…
Huckleberyy Finn’in Maceraları
Nasıl bir hikaye ile karşılaşacağımı bilmeden, kitabın arka kapak tanıtımını bile okumadan sayfalarını çevirmeye başladım ve elimden bırakamadım. Kitabın konusu, Huck ve kaçak siyahi köle Jim’in Missisippi Nehri boyunca yaşadıkları maceralar. 1800lü yılların amerikasını bir çocuğun gözünden ve onun heyecanı ile okuyoruz kitapta. Başlarda biraz sıksa da sonlara doğru çok eğlenceli hale geliyor. Bazı bölümlerinde gülümsemeden duramadım. Sürükleyici dili ile okumak çok keyifliydi.
Kayıp Ruhlar İçin Çay Saati
Tam bir hayal kırıklığıydı… Kitabın ilk 100 sayfasını atlattıktan sonra bir şekilde devamı geliyor ama çeviriden mi yoksa yazarın özgün tarzından mı kaynaklandığını bilemediğim bir kopukluk tüm kitaba yayılmış durumda. Bölümlerde anlatıcı değişiyor, anlatıcı değiştikçe de bu kopukluk artıyor. Bazen hikâyeyi kimin ağzından okuduğumu bölüm sonuna kadar anlayamadım. Konusuna gelirsek; doğaüstü güçleri olan ikiz kız kardeşlerin hikâyesini okuyoruz. Biri ruhlarla konuşabiliyor, diğeri ise bir cadı. Araya aile ilişkilerinin de serpiştirildiği farklı bir hikâye ama anlatım her şeyi bozuyor. Kitabı bitirebilirseniz, bütünde hikâyenin güzelliğini fark ediyorsunuz. Okumak için sabrınız yoksa tavsiye etmem. Ama “sabırlıyımdır” diyorsanız bir şans verin. Bu arada, hikâyenin nasıl Fransa’da fantastik roman ödülü aldığını da anlayamadım. Belki de ben ödüllü kitapları anlayamıyorumdur. Çünkü genelde ödüllü bir kitap okuduğumda hep aynı şeyi hissediyorum: Buna nasıl ödül vermişler?
Sputnik Sevgilim
Aslında yıllar önce, ilk çıktığı zamanlarda okumuştum kitabı. Geçtiğimiz kitap kulübü buluşmamızda adı geçince “Aa evet, okudum” demiştim ama kitabı hatırlamadığımı fark ettim. İzmir tatilimizde annemdeki kitaplığımda kitabı görünce “Hadi, okumanın tam zamanı” dedim.
Yazarın okuduğum ilk ve tek kitabı Sputnik Sevgilim, akıcı dili ve sade anlatımıyla tam benlikti. Konusuna gelirsek, Japonya’dan Yunan adalarından birine uzanan bir hikâye. Kitapta 3 karakter var: Anlatıcı öğretmen K., yazar olma hayali kuran Sumire ve zengin, 30’lu yaşlarında evli bir kadın olan Myu. Kitapta bu üçlünün ilişkilerini okuyoruz aslında. K., Sumire’nin en yakın arkadaşı ve ona platonik aşık. Sumire ise Myu’ya aşık.
Her sayfasını heyecanla çevirdim ama sanki sonu biraz havada kaldı; yazar, sonunu okuyucuya bırakmış gibiydi. Nedense yıllar sonra tekrar “Acaba bu kitap ne anlatıyordu?” diyecek gibiyim. Yine de okuması keyifli, tam bir yaz kitabıydı benim için.
Ay’a Yolculuk
Jules Verne’in en azından bir kitabını okuyalım diyerek almıştım yıllar önce. Aldığım zaman okumuştum, çok sevmediğimi hatırlıyordum ama neden sevmediğimi hatırlamıyordum. O yüzden kitaplığımda görünce bir kez daha okumaya karar verdim. Yazarın hayal gücüne hayran kalsam da neden sevmediğimi şimdi anladım.
Bu kitabında, uygun koşullar sağlandığında Ay’a bir merminin ulaşabileceğini iddia eden bir grup silahseverden bahsediliyor; savaşların bitmesiyle boşluğa düşüp kendilerine yeni bir amaç arıyorlar aslında. Sonra olaylar gelişiyor, bu mermi bir kapsüle dönüşüyor, ardından da içinde insanlarla gidebileceğini düşünüyorlar ve olaylar bunun üzerine şekilleniyor. Zaten bu kitabı bilmeyen ya da duymayan yoktur sanırım.
Kitabın sevmediğim tarafına gelirsek; bölümlerde yer alan hesaplamalar ve bilimsel veriler beni kitaptan kopardı. Bilimsel kısımlar yerine olay örgüsü çok daha fazla ilgimi çekti. Yazarın diğer kitapları da böyle mi bilmiyorum ama ben bu bilimsel kısımları sevemedim.
Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum
Sosyal medya reklamlarına aldanıp aldığım bir kitaptı. İnce oluşu ve okuyanlar tarafından övülmüş olması bende merak uyandırmıştı ama tam bir hayal kırıklığı oldu. Kitap, Baek Sehee’nin yaşadıklarını ve terapi seanslarını diyaloglar şeklinde anlatıyor . Tanıtımlarında kişisel gelişim ve anı türünde deniliyor ama bence kişisel gelişim değil. Sanırım bu tarz kitapları çok sevmediğim için bende hayal kırıklığı yarattı. 3 saatlik uçak yolculuğunda kitabı bitirdim ve bittiğinde kendi kendime “Ee, yani ne oldu şimdi?” dedim. Belki de okumak için doğru zaman değildi ya da gerçekten kitap güzel değildir Sonuçta yazılan her kitabı beğenmek zorunda değiliz, değil mi?
Yıldız Gezgini
Jack London’dan Martin Eden’ı okuduktan sonra kalemine hayran kalıp diğer kitaplarını da okumalıyım demiştim, hatta “Neden daha önce okumadım” diye kendime söylenmiştim. O günlerde yazarın 2-3 kitabını aldım; konularına bakmadan sadece yazarı için. İşte Yıldız Gezgini de o kitaplardan biri.
Kitabın arka kapağında, yazarın asıl derdinin ABD’nin çürümüş hapishane sistemini gözler önüne sermek olduğunu yazıyor. Bunu da meslektaşını öldürerek hapishaneye düşen bir profesör üzerinden bize anlatıyor: Profesör Darrell Standing ömür boyu hapis cezasına çaptırılır. Cezasını çekerken işkenceden kaçmak için zihinsel taktikler geliştirir. Acı çeken bedeninden kaçarak farklı dönem ve yerlerde geçen önceki yaşamlarına yolculuk eder. Her bir seyahati kendi içinde mini öykü olan bu kitabı çok sevdim. Öyküler birbirinden bağımsız da sürükleyici olduğundan, uzun süre başucu kitabım oldu ve tadına vararak okuduğum kitaplardan biri haline geldi. Benim gibi Jack London ile tanışmak için geç kalanlardansanız, daha fazla ertelemeyin bence 😉
Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri
Aşkın Celladı kitap kulübü kitaplarımızdandı ve kendi özgür irademle okuyacağım kitaplardan biri değildi. Kitap 10 psikoterapi öyküsünden oluşuyor ve her birinde farkında olmadan bir aydınlanma anı yaşıyorsunuz. Okuması kolay ve akıcı bir dili var. Benim ise psikoterapi öyküleri ilgimi çekmediğinden uzun sürede ve sıkılarak okuduğum bir kitap oldu. Aynı öyküleri bir kurgu içerisinde, tüm karakterleriyle birlikte okusam belki sıkılmadan okuyabilirdim. Psikoterapi öykülerine ilginiz varsa tavsiye edebilirim.
Çöl Çiçeği
Çok merak ettiğim bir kitaptı. Geçen yıl katıldığım bir yazı atölyesinde otobiyografik kitaplara örnek olarak adı geçmişti; o gün bugündür okuma listemdeydi.
Waris Dirie’nin Somali’nin çöllerinden başlayan ve Amerika’ya uzanan kendi hayat hikayesi. Kitabı yazma amacı, hala bazı ülkelerde uygulanmaya devam eden kadın sünneti için farkındalık yaratmakmış. Zaten kendisi de 1997-2003 yılları arasında kadın sünnetine karşı BM özel elçisi olarak görev yapmış.
Kitapta genel olarak kadınların kendi ayakları üzerinde durma çabasını okuyoruz; ama bu çabanın Afrika çöllerinde ne kadar zor olduğunun da farkına varıyoruz. Dilinin akıcılığı ve sadeliği de okurken sanki siz de Waris’in yanındaymışsınız gibi hissettiriyor. Bence okumalısınız….
Tatil Kitabı
Kitap kulübümüz olmasa dikkatimi çekmeyecek bir kitap. Ama tarzından dolayı değil, uzun süredir türk yazarları takip etmediğimden. Türkiye’ye süreli gidişlerimizde kitapçılarda çok fazla vakit geçiremiyorum ve benim için yeni bir yazar keşfetmenin en güzel yolu, kitaplarını elime alıp bir kaç sayfa okumak. Hal böyle olunca son dönemlerde çıkan yazarları tanıyamadım. Gerçi Mahir Ünsal Eriş kitabı yeni çıkmış bir yazar değil, ilk kitabı 2012’de yayınlanmış ama benim okuma şansım olmamıştı. Neyse, yazarı neden okumadığıma ya da dikkatimi niye çekmediğine dair bu kadar savunma yeter 🙂
Kitaba gelelim: Hayran kaldım. Kısa ve öz olarak bunu söyleyebilirim. Arka kapak tanıtımında, yazarın ilk öykülerinden bildiğimiz şehirlere, insanlara geri dönüyor diyor. İlk öykülerini bilmediğim için ne kadar birbiriyle bağlantılı bilmiyorum. 1980 yazında Almanya’dan gelen gurbetçi ailesinin küçük kızı Münevver’in hikayesi çok tanıdık. O dönemden bir 10 yıl sonra çocuktum ama anlatılan sokak kültürü sanki benim çocukluğumdu; belki de o yüzen tanıdık geldi. Zaten arka kapağın son cümlesinde de “Geçmiş zamanların sokağını, mahallesini, insanını özleyenlere o zamanlardan hoş bir hediye” diyor. Gerçekten de okurken kendimi köşeden oturmuş, hayatlarını izliyor gibi hissettim. Sanki o dönemlerden gelen bir hediye.
Benlik Kumbarası
Benim için yorum yapması en zor kitaplardan biri, çünkü arkadaşımın kitabı 🙂 Bu kitap, Canım Bahar’ın kendini bulma yolculuğu… Yaşadıklarını, farkına varışlarını, kendini keşfedişini anlatıyor Bahar. Okurken sanki Bahar’ın günlüğünü elime almışım da yakalanacakmışım gibi hissettim. Kimi satırlarda “Bu benim günlüğüm” dedim. O kadar içten, o kadar samimi. Bazı bölümlerde editöryel hatalar var ama o da ilk kitabın nazar boncuğu olsun 😉 Yolun açık olsun arkadaşım, yeni kitaplarını bekliyoruz…
Dünyann En Büyük Kitapçısı
İsmi ile beni cezbeden kitaplardan biri; konusuna bile bakmadan, “Bir kitapçıda geçen macera olur da okunmaz mı?” diye düşünerek almıştım. Kitap, İş Bankası Gençlik Yayınları’ndan çıkmış, fantastik bir serüven.
İki kardeşin, babalarının gizemli bir büyücüyle yaptığı anlaşmayı çözmeye çalışırken yaşadıkları maceraları anlatıyor. Kitapçıda geçmesi hoş bir detay olsa da, uzun süre “Bu hikâye başka herhangi bir yerde de olabilirdi, neden kitapçı?” diye düşündüm. Ancak final bölümünde kitapçının önemini anlıyoruz.
Benim beklentim, adından dolayı kitaplarla daha fazla iç içe bir öyküydü. Farklı kitaplara göndermeler yapılsa, kahramanlar kitaplar aracılığıyla maceralara atılsalar çok daha büyüleyici olabilirdi. Çocukların kitaba danıştığı tek yer bilmeceler sahnesiydi ama o da bana biraz zorlama geldi, sanki bir kitap eklemezsem olmaz demiş yazar.
Sonuç olarak; gençler için eğlenceli, vakit geçirirken keyif alınacak bir kitap ama ben beklediğim tadı alamadım.











Bir de baktım yazmadığım dönemde bolca kitap okumuşum, 11 kitap dile kolay… Belki de yazmadığım için kendime çok yüklenmemeliyim, bol bol okumuşum ne de olsa.
Kitapların bazılarını neden okudum dedim, bazılarını çok sevdim. Ama en çok Çöl Çiçedi ve Tatil Kitabı’nı sevdim.
Siz neler okuyorsunuz, var mı tavsiyeleriniz? Yorumlara bekliyorum 🙂
Hepsi ilgimi çekti. Aşkın Celladı nı okumuştum ve favorilerimden. Şimdi de bir iki tane not ettim ilk fırsatta okuyacağım
Aşkın celladı benim favorim olamadı 🙃 psikoterapi benim tarzım değilmiş onu öğrendim… umarım not ettiklerini beğenirsin 😉