Minimal olmak istiyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum diyenler, zorunlu minimalizm için sizi böyle alalım: tek yapmanız gereken sadece uçak valiz hakkınızı kullanarak göç etmek 🙂
Son zamanların trend akımı minimalizm ile ilgili mutlaka bir şeyler okumuş ya da görmüşsünüzdür ki bende akıma kapılmaya çalışanlardan biriydim. Çalışanlardan diyorum çünkü gerçekten, şu anki evime taşınmadan önce, minimal olduğumu sanıyormuşum.
Evin minimal dekorasyonu zaten beni etkilemişti ama eşyalarımla da minimal olabileceğimi İzmir’de iken düşünmüyordum. Hatta eşyalarımın çoğunu getirebilirim sanıyordum. Belki zamanla bazıları gelir ama hepsini getirmeyi düşünmüyorum. Az çoktur diyorum artık…
Kahve bardaklarım mesela, benim için vazgeçilmezdi; her gün başka bir bardakta kahvemi içmekten zevk alıyordum. Buradaki sınırlı sayıdaki bardakları ilk gördüğümde İzmir’den gelen olduğunda söylerim getirirler bunlar bana yetmez diye düşünmüştüm. Zaman geçtikçe ise getirmesinler evde kalabalık olmasın diye düşünmeye başladım. Öğrendim ki görsel olarak keyif alamıyor olsam da kahvenin tadı her bardakta aynı. Evet, çok sevdiğim kahve fotoğraflarını çeşit çeşit bardakla çekemeyeceğim ancak 2 saniyelik instagram akışı için o kadar eşyaya gerek var mı? Stok fotoğrafçılığı yapıyor olsam bu konuyu tekrar düşünebilirdim.
Mutfağa gelelim, evlendiğimde boy boy tencereler alınmıştı çeyiz adı altında, sonra onlara kullanım amacımıza göre yenileri eklenmişti. Her yemek pişirme işleminden sonra ise o tencereleri yıkamak işkence gibi geliyordu, hele büyük tencereleri. Burada ise 2 tavam ve 1 orta boy tencerem var. Çoğu zaman ikinci bir çeşit yemek yapabilmek için ilk pişirdiğimi bir yere boşaltıp tencereyi yıkamam gerekiyor ama şu ana kadar hiç off yine bulaşık demedim. Küçük olduğu için sanırım hiç zorlamadı beni. Mutfak dolaplarının sayı olarak da az olması istesem de çok eşya alamayacağımın işareti. Türkiye’de bir evde ilk gözümüze çarpan saklama alanları değil mi, ne kadar çoksa o kadar iyi diye düşünüyoruz. Zorunlu minimalizm ile öğrendim ki, saklama alanları değil kullanım rahatlığı önemliymiş. Küçücük mutfakta her şeyin elimin altında olması hem zamandan tasarruf ettiriyormuş hem de yemek pişirme işini keyifli hale getiriyormuş.
Minimal evimde ise en çok L koltuğu sevdim. Evlenirken onun köşesi rahat olmaz oturulmaz orada, klasik bir koltuk takımı alalım demiştik. Karşımıza çıkan L koltuğun köşesi en sevdiğim yer oldu evde; burada küçük çarpılarımı yapıyorum, burada okuyorum ve burada yazıyorum. Bazen kafamızdaki kalıpları yıkmak gerektiğini öğrendim zorunlu minimalizm ile.
Ve boş alanlar… Minimal bir dekorasyonda mutlaka boş alanlar olur, bazen fotoğraflara bakarken dekorasyon dergilerinde ya da sitelerinde o boş alanda bir şey eksik sanki derdim; belki bir çiçek iyi olur derdim. Şimdi öğrendim ki o boş alanlar insana ferahlık hissi veriyormuş. Ve halı… evde sadece salonda küçük bir halı var, temizlik o kadar kolay ki 10 dakikada tüm evi süpürebiliyorum tabii bunda boş alanların etkisini de unutmamak lazım.
Kısaca sevgili okur, zorunlu minimalizm ile minimal hayatı sevdim. En çok da dağınıklığın azalmasını sevdim. Eskiden dağınıklıkta yaşanmışlık var derdim, şimdi diyorum ki sadece kaos varmış dağınıklıkta. Gerçi hala oğlumun oyuncakları, sayıları azalmış olsa da, salonun orta yerinde hakimiyetlerini koruyorlar. O kadarı da nazar boncuğu olsun ne diyelim 🙂
Ve artık tamamen inanarak diyorum ki “Az çoktur.”
Bizim ev sürekli minimal (#128514#)
Bak işte en güzelini yaşıyorsun (#128521#)
Kesinlikle 🙂