Bu hafta sonu şehrin kalabalığına kısa bir mola verdik, molamız İzmir’e 45 dakikalık mesafede olsa da tembellik yapıp gitmiyorduk.
İzmir’de olmanın en büyük avantajlarından biri yaz kış maksimum 2 saat uzaklıkta nefes alabileceğiniz yerler olması sanırım. Yazın deniz kenarı, baharda bağ bahçe, kışın dağlar tepeler ne ararsanız var İzmir’imde siz yeter ki gitmek isteyin.
Son zamanlarda eşim ve oğlumla hafta sonlarında nefes almak için soluğu Bostanlı sahilde alıyorduk, biraz yürüyüş, deniz havası dinlendiriyor diyorduk. Nedense Bostanlı yürüyüşlerimiz hep bir şekilde ya ihtiyaçtan ya da sadece öylesine alışveriş merkezinde bitiyordu. Bazen tam tersi alışveriş merkezinde başlayıp, Bostanlı sahilde sonlanıyordu. Böyle olunca da ne kadar deniz havası almış olursan ol, şehrin kalabalığından kaçamadığın için dinlendirirken yoruyordu; kendimizi dinleniyoruz diye avutuyorduk.
Bu hafta sonu ise bir değişiklik yapalım dedik ve rahmetli dedemin zeytin bahçesine gittik. Elimde telefon bol bol fotoğraf çekerken bir ara kendime dedim ki etrafı görmüyorsun, yavaşla ve anın tadını çıkar. Birkaç fotoğraftan sonra gelen bu aydınlanma ile bol bol temiz hava depolayıp, oğlumun peşinden koşturdum. Yerdeki papatyayı, daldaki zeytinleri inceledik oğlumla.
Yaklaşık bir aydır yazıyorum sadeleşiyorum, sadeleşmek güzel diye, asıl sadelik doğayı dinlenmekte, doğa ile iç içe olmaktaymış. Zeytin bahçesinde geçen bir günün ardından bunu daha da iyi anladım. Bahçede gezerken otların arasında gördüğüm papatya gülümsetti mesela beni; fotoğrafını çekerken kendimi papatya ile konuşurken buldum, mevsimini şaşırmıştı şaşkın papatya benim için. Zeytinlerin dallarda yeşilden siyaha tonları her şeyin siyah beyaz olmadığını, hayatın tüm tonlarıyla güzel olduğunu hatırlattı mesela. Sonra çalı çırpı toplayıp yaktığımız ateşte ayaküstü mangal keyfi, belki yıllarca anlatılacak bir anı oldu; merak etmeyin karnımız doyunca tek bir sıcak kül kalmayacak şekilde söndürdük ateşimizi.
Bahçeden sonra dedemin evine gittiğimizde ise, evin yalnızlığına inat bahçede büyüyen asmadaki son kış üzümünün tadı, burada kimse yaşamıyor olsa da sizin eviniz, sizin için her zaman yer var dedi sanki bize. Sanki kalabalıktan kaçmak için buraya gelin yeter dedi. Mayıs ayında gittiğimizde bahçede masada yemek yemiştik, Tolga’da merdivenlerde bir aşağı bir yukarı dolanmıştı, eve girince bana onları anlatıyor küçük sıpa. Sonra adımlarını merdivene yönlendirip başladı oynamaya. Düşündüm de küçükken ne kadar çok severdim dedemin evini, Tolga’m gibi merdivenlerde bir aşağı bir yukarı oynar dururduk. Annemde şimdi benim sıpama dediğim gibi, dikkat et düşersin, derdi. Büyüdükçe gitmek istemez olmuştum, ne zaman babamlar gidecek olsa bir bahaneyle evde kalmak isterdim ya da gitsem bile durmadan eve ne zaman dönüyoruz diye sorardım kapıdan girer girmez.
Bazı şeylerin değerini ne yazık ki zaman içerisinde daha iyi anlıyoruz. Şimdiki aklım olsa gidelim diye tutturmaz o günün keyfini çıkarırdım, geçireceğim 1 saatte ne kadar çok anı eklersem hayatıma o kadar şanslı olduğumu düşünürdüm. Tıpkı bu hafta sonu olduğu gibi. Neyse çenem düştü, sizi birkaç fotoğrafla baş başa bırakayım 🙂