Her yazının görünmeyen bir perde arkası vardır. Çok satanlar listelerine giren romanların, çok severek okuduğumuz blogların, hatta okumak zorunda kaldığımız ders kitaplarının. Her biri önce karalamalarla yazılır sonra temize çekilir, tıpkı resim yapmaya başlarken çizilen eskizler gibi.
Bu sabah ne yazsam diye düşünürken yapay zekaya danışayım dedim. Bana elliye yakın konu önerisi verdi. Önerileri, blogda yazdıklarıma benzer konulardı ama hiçbiri ya evet bunu yazabilirim dedirtmedi bana. Yapay zekayla muhabbet sırasında konu bulamayacağımı farkedince en iyisi klavye başına geçmek dedim kendime. Ve günlük gibi iç dökmeye başladım. Koşudan önceki ısınma turu gibiydi ya da resimlerin eskizi gibi. Hatta tam şu cümleleri yazdım eskizime:
Bu kısımları tabikide blogda yazmayacağım ama açılmak için biraz karalama yapmam gerekiyor. Tıpkı resim gibi, nasıl ki eskiz çizerek başlıyorsam bu da yazının eskizi aslında. Bak bu güzel bir konu olabilir: Yazının Eskizi
Ve sonra yazmaya başladım. Yazmaya başlayınca bir şey daha fark ettim, benim eskizlerime daima bir kahve eşlik ediyor. Elimde kahvemle blog için bir şeyler yazsam mı diye düşünmeye başlıyorum. Eğer o an birşeyler gelirse aklıma, elime bilgisayarı alıp yazmaya başlıyorum. Bazen ise aklıma gelenler yazmaya değer olmuyor. Bunları düşünürken aslında her zaman önce eskiz yaptığımı fark ediyorum.
Yazının eskizi mi olur canım, demeyin…
Çok da güzel oluyor bence. Yazmaya gönül veren herkesin kesin bir yazı eskiz defteri vardır. Herkes farklı bir isim vermiştir ona bence, hatta bana göre en meşhur isim Sabah Sayfaları… Blogumda çokça adı geçti sabah sayfalarının, çoğu zaman yaratıcılığımı desteklediğini ilan ettim ki ediyor. Şimdi yazarken fark ettim, ki o da bir eskiz defteri, önce kafamın içindeki kalabalık sesler sayfalara dökülüyor sonra paylaşmaya değer olanlar. Bu aralar sabah sayfalarını yazamıyorum, kendime onun için vakit ayırmıyorum. Ama blog yazılarıma ya da hikayelerime başlamadan önceki yazılarım yani eskizlerim tıpkı sabah sayfaları gibi.
Sabah Sayfaları
Adı geçmişken kısaca yazayım sabah sayfalarını da… Sabah sayfaları yazar Julia Cameron’un Sanatçının Yolu isimli kitabında yaratıcılığınızı desteklemek için önerdiği araçlardan biri. Ve tek yapmanız gereken her sabah A4 boyutunda 3 sayfa boyunca aklınıza ne gelirse yazmak. Aklınıza yazacak bir şey gelmiyorsa, sayfalar boyunca bunu yazmak da egzersize dahil. Bazı sabahlar bugün çok işim var diyerek işlerinize sıralayabilirsiniz hiç önemli değil. Önemli olan kalemin kağıtla buluşması ve o 3 sayfa boyunca aklınıza ne gelirse yazmanız. Sonrasında da okumak yok yazdıklarınızı, o sadece kafanızı boşaltmak için bir araç.
Sizi meşgul eden, farkında bile olmadığınız düşünceler o sayfalarla buluşunca yaratıcılığınızı tıkayan yolu da açmış oluyorsunuz. Güne daha zinde ve motive olmuş olarak başlıyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz kaleminizden güzel bir hikaye çıkmış, fırçanızdan renklerine hayran olduğunuz bir resim… Belki de mutfakta leziz bir yemek ortaya çıkar, yaratıcı yönünüzü nasıl gösteriyorsanız, parlayacaktır.
Yazının Eskizi mi Sabah Sayfaları mı?
Söylediğim gibi bence ikisi de aynı şey. İkisinde de önce sizi meşgul edenleri kağıda döküyorsunuz. En azından benim için öyle oluyor. Gerçi aralarında bir fark var, sabah sayfalarını dönüp okumuyorsunuz. Eskizlerimi ise dönüp okuyorum. Eskizde önce kafamın içindekileri döküp sonra arasında işe yararları çekip alabiliyorum. Belki de önce sabah sayfalarını yazıp sonra eskizin başına oturmak daha yaratıcıdır.
Eskiz olmadan okunabilir bir yazı ortaya çıkarmak zor bence. Benim yaratım sürecimde eskiz şart 🙂 Hatta yeni hobim örgüde bile her başlayışımda bir iki kez söküyorum yaptıklarımı, sanki onlarda örgünün eskizi… Eskiz bir ön gösterim gibi…