Şehir karmaşasından kaçıp sahil kasabasında bir eve yerleşmek, herkes gibi Mercan’ın da hayallerinden biri olmuştu, üstelik o, bir sahil kasabasında doğmuş, okumak ve para kazanabilmek için İstanbul’a gelmişti.
Mercan, kimsenin ayak basmadığı sessiz koydaki evde dünyaya gözlerini açtığında mevsim bahardı, tüm bahçe rengarenk çiçeklerle doluydu, çiçeklerde ise keyifle gezinen arılar, kuşlar, böcekler…Çocukken en yakın arkadaşları denizde birlikte yüzdüğü foklar ve yunuslardı. Çocukluktan çıkıp genç kızlığına adım attığı yaz, evinin olduğu sessiz sakin koya lüks yatlar demirlemeye başlamıştı ve o yaz, çok sevdiği yunusları hiç görmemişti. Yunuslar yerine yatlardaki gençler yüzme arkadaşı olmuştu, onlarla birlikte İstanbul’da yaşamı düşünmeye başlamıştı, hiç aklında yokken İstanbul’da yaşamak, hayali olmuştu.
Üniversite sınavı sonuçları geldiğinde, gençlik hayaline bir adım yaklaşmıştı; artık İstanbul’da okuyacaktı. İşte böyle adım atmıştı o büyülü, rengarenk şehre. Yurtlarda geçirdiği üniversite hayatından sonra, işleri yolunda gitmiş ve iş dünyasında sözü geçen sayılı iş kadınlarından biri olmuştu. İstediği her şeyi alabilecek ve yapabilecek güce gelmişti. Artık hayali, sahil kasabasında sakin bir yaşama dönüşmüştü ama işlerini bir kenara bırakıp hayalinin peşinden koşmak aklına gelmiyordu.
Otuz beşinci yaşgününe sayılı günler kala İstanbul yine en sevdiği renk olan mora boyanmıştı, erguvan mevsimi bu şehirin en sevdiği rengiydi onun için. Mor erguvanları doyasıya izlediği evinin balkonunda kahvesini yudumlarken, fokları izlediği aile evi geldi aklına. Sahil kasabasında yaşamak Mercan’a bu kadar yakınken İstanbul’a geldiğinden beri hiç gitmemişti evine. O an, yeni yaşını sahildeki aile evinde kutlamaya karar verdi ve uzun süren araba yolculuğundan sonra kendini evinde buldu. Artık kasabasına yakın bir havaalanı vardı, uçakla gidebilirdi ancak mevsimin renklerini izleyerek araba kullanmak ona ayrı keyif veriyordu.
Eve gece varmıştı, herkes uyuyordu, evdekiler ailesi olsa da rahatsızlık vermemek için geceyi arabasında geçirdi. Gün doğarken gözlerini açtığında mevsimin rengarenk çiçeklerinden tek bir tane bile göremedi. Bir an gece yolu şaşırdım herhalde dedi ama ev, annesinin eviydi ve sadece evin bahçesinde çiçekler vardı. Sessiz olan koy ise artık bir tatil köyü olmuştu. Şehirdekilerin sahil kasabası hayali, onun çocukluğunu alıp götürmüş, sakin koyu ise bir şehre dönüştürmüştü. Dönmek istediği yer burası değildi ki? Ne kadar olmuştu gelmeyeli, bu kadar kısa sürede ne olmuştu cennetine?
* Günümüzün hayalini yazdım, belki farkındalık olur hepimize 🙂
** Yeni kelime, kalem…
Hayaller tam da böyle tersine döndü. Özellikle de pandemiyle birlikte.
“…çocukluğunu alıp götürmüş” cümleni çok sevdim. Ben de çocukluğumun geçtiği yerlere her gittiğimde biraz daha yabancı görüyorum her şeyi ve hüzünleniyorum.
“Dönmek istediği yer burası değildi ki? Ne kadar olmuştu gelmeyeli, bu kadar kısa sürede ne olmuştu cennetine?”…
Ne olmuştu gerçekten? Mercan’ın ailesinin ağzından dinlemek isterdim:)
Her yorumunla yeni fikirler uçuşmaya başlıyor; Mercan’ın ailesinin ağzından neler olduğunu anlatmak hiç aklıma gelmemişti… Neden olmasın 😉