Ortaokul ya da ilkokul zamanlarımda babamın müdürü Paris’e gitmişti. Dönüşte bana Disneyland’dan bir anahtarlık getirmişti. İlk o zamanlar aklıma düşmüştü Paris. Çocukken hayalim Disneyland Paris’e gitmekti; büyüdükçe bu hayal sadece Paris’e gitmek halini aldı. Ve sonunda, 40 yaşımda Paris’e gidebildim.
Ama Paris…benim için hayal kırıklığı oldu…
Kalabalığı, sokaklardaki keskin idrar kokusu ve kaotik atmosfer… Romantik diye bilenen Paris’e hiç benzemiyordu. İkonik olan yerler adeta turist istilası altındaydı. Fotoğraf çekebilmek için bile sıra beklemek gerekiyordu. Meşhur restoran ve pastanelerin önündeki kuyruklardan bahsetmiyorum bile.
Ne kadar kötüledin hiç mi güzel yanı yok dediğinizi duyar gibiyim. Aslında şehir çok güzel ve bir masal diyarını andırıyor. Binaların mimarisi kendine hayran bırakıyor. Ama kalabalık çok yorucu. Belki de ben sakinliğe fazla alıştım, bilmiyorum.
Paris’te 3 Gün
İki gece, üç günlük mini bir kaçamaktı tatilimiz. Sabah 10 trenine binip öğlen 12’de Paris’teydik. İlk olarak otelimize gidip valizlerimizi emanete bıraktık. Otellerin giriş saati öğlen 3 olunca, elimizde valizle gezmek istemedik. Sonra hemen bir şeyler atıştırdık ve rotamızı Notre Dame Katedrali’ne çevirdik. Katedrale giriş ücretsiz ama oldukça uzun bir kuyruk bekliyorsunuz. İçeri girdiğinizde ise kalabalıktan hiç bir şeyi hakkıyla göremiyorsunuz. Sanki bir kaosun içine girmiş gibiydik.
Katedraldan sonra biraz şehri turlayıp sevgili oğlum ve kendim için Lego Store’da vakit geçirdik. Sonrasında ise otele dönüp dinlendik ve akşam yemeğine çıktık.


İkinci güne güzel bir kahvaltıyla başladıktan sonra rotamızı Louvre Müzesi’ne çevirdik. Ne yazık ki, burası da benim için hayal kırıklığıydı. Zaten ünlü bir müze olduğu için boş olmasını beklemiyordum ama dalgalar arasında süreklenir gibi gezmeyi de beklemiyordum. Biletimizi online ve saatli almamıza rağmen içeri girmek için bir saat kuyruk bekledik. İçeri girdiğimizde ise her yerden insan fışkırıyordu. Müze zaten 2-3 saatte gezilecek gibi değil; her eseri incelemek isteseniz günler geçirmeniz gerekir.
Louvre’a gidip Mona Lisa’yı görmesek olmaz dedik ama aslında görmesek de olurmuş. Mona’nın sergilendiği salon tam bir kaostu. Gördüğünüz tek şey, fotoğraf çekmeye çalışan insan kalabalığıydı. O ortamı görünce sadece kenardan geçip gittik. Müzede Mona’dan çok daha güzel eserler varken sadece reklam sayesinde insanların ona akın etmesi, trajikomik aslında. Müzede en sevdiğim yer ise heykel salonuydu; orada saatler geçirebilirdim.






Müze sonrası acıkan karnımızı doyurduk ve ardından ünlü Galeri Lafeyette’e gittik. Sadece tavan mimarisini ve çatı katından manzarasını görmek için gittim ve yine her yer insan doluydu.
Son günümüzde ise Eiffel Kulesini ziyaret ettik ve şehri yürüyerek gezdik. Kuleye çıkmak ücretli ve bol kuyruk beklemeli olduğu için es geçtik. Trocadéro Meydanı’ndan fotoğrafını çektik, etrafında biraz yürüdük ve otobüsle alandan ayrıldık 🙂




Sonuç olarak…
Paris çok güzel bir şehir; sadece fazla kalabalık ve pis. Tekrar gider miyim? Evet, gitmek isterim. Çünkü bu gezi çok kısa sürdü ve fazlasıyla turistikti. Turistler tarafından çok da tercih edilmeyen bölgelerini gezmek belki daha keyiflidir. Belki de her yeri aynıdır, gezmeden bilemem 🙂
One thought on “Kısa Bir Kaçamak… Paris”