Bilirsiniz hava yollarında kilo sınırı vardır ve ülkeden ülkeye maksimum kilo değişir. Lüksemburg’a ise kilo sınırı 30, tabi bu kişi başı maksimum miktar. Oğlumla birlikte toplam 60 kilo ile göç etmeyi başardık ve yıllardır yaptığım sadeleşme zorunlu olarak doruk noktasına ulaştı.
Bu toplam 60 kilonun içinde kıyafetlerden, kişisel bakım eşyalarıma ve nevresimlere kadar her şey vardı. Valizleri toplarken dolabımda almasam olur ya da arkadan annemler ziyarete geldiğinde getirir dediğim eşyalar o kadar çoktu ki, boşu boşuna dolabım hamallığını çekiyormuş eşyaların. Çoğuna da şuana kadar ihtiyaç duymadım, gerçi burada çalışmıyor olmamın etkisini unutmamak lazım. Büyük olasılıkla çalışıyor olsaydım valizleri toplamak beni daha zorlayacaktı.
Eşim bizden bir ay önce geldiğinden nelerin gerekli olacağını ayırmak daha kolay oldu. Örneğin eşim burada giysilerin çok pahalı olduğunu o yüzden getirebildiğim kadar giysi getirmemi söyledi. Gerçekten de Euro-TL hesabı yapınca oldukça pahalı. Türkiye’de 60 TL’ye aldığım bir giysinin aynı kalitede olanı burada 20 Euro, TL’ye çevirince neredeyse 2 katı. Ama 1 TL= 1 Euro olarak düşünebilirsen oldukça uygun fiyatlı gibi geliyor. Kısacası kur hesabı fiyatları yukarı çıkarıyor. Ama global markaları karşılaştırdığımda TL olarak aynı fiyata geldiğini söyleyebilirim. Ancak aldığınız maaşa oranladığınızda alım gücünün ne kadar yüksek olduğunu , aslında fiyatların çok da yüksek olmadığını görüyorsunuz. Neyse bu kadar ekonomi yeter, tekrar 30 kilo sınırına dönelim 🙂
Kilo sınırına uyma konusunda en çok zorlandığım nokta ise oğlumun oyuncakları ve kitapları oldu. Gerçi oğlum açısından bir problem yoktu o sadece legolarını almak istediğini söyledi ve yaklaşık 15 tane kitap. Sadece legoları ile kabin bagaj hakkımızı doldurunca kitapların sayısı azalmak zorunda kaldı. Benim aklımda ise İzmir’deki oyuncaklarından daha fazla alabilmek vardı, yeni evi benimsemesi kolay olur diye düşünüyordum. Buraya gelince ise eşyalara bağımlı olan kişinin ben olduğumu fark ettim. Okuduğum bir çok blogda özellikle ülke değişimlerinde mümkünse çocuğun aynı odasını dekore edin ki çocuk uyum sağlasın diyordu. Şu anda oğlumun sadece eşyalarını koyduğu bir dolabı var, odasında henüz başka hiç bir eşya yok ve benden çok daha hızlı uyum sağlamış gözüküyor diyebilirim. Kendi isteği ile getirdiği legoları ona yetiyor, aldığımız onca oyuncak gereksiz masraflarmış şimdi daha iyi anlıyorum.
Valizi hazırlarken yanıldığım tek nokta ise hava durumu oldu. İzmir’de 10 derece iken Lüksemburg’da -2 ve hissedilen -6’ları görünce ne kadar kazak ve ceket varsa doldurdum valize. Ancak kapalı alanlarının sıcaklığını tamamen göz ardı etmişim. Ve burasını İzmir gibi düşünmüşüm; İzmir’in rüzgarı eksik olmaz, o rüzgar oldukça üşütür insanı. Burada İzmir’de giydiğim kıyafetlerden daha ince giysiler giyiyorum ama üşümüyorum. Getirdiğim kazaklardan sadece birini giydim, o gün sıcaktan bunaldım ki İzmir’de aynı kazağı 10 derecede giydiğimde oh be diyordum. Eğer kabanınız kalınsa ve çok fazla açık alanda olmayacaksanız kalın kazaklar gereksizmiş burada. Tabi benim valizin çoğunu kazaklar kapladığından şimdi ince olarak getirdiğim 3 bluzu yıkayıp yıkayıp giyiyorum ve keşke kazak yerine ince penyeler ya da tshirtler koysaydım diyorum.
Aslında ne kadar az eşya ile hiç bir eksiklik hissetmeden yaşayabildiğimizi öğretti bana ülke değiştirmek. Ve kilo sınırı 30’un içinde getirdiğim havlu, nevresim, oyuncak, hobi malzemeleri, kişisel bakım, elektronik eşyalar, giysilerin eksiksiz yaşamak için yeterli olabildiğini gördüm. Eşyalı eve gelmiş olmamız büyük etken kabul ediyorum ama eşyasız bir ev olsaydı da sanırım kilo sınırı 30’a dahil olanlar aynı olurdu.
Az eşya ile yeni yaşam da başka bir yazının konusu olsun, anlatacaklarım daha bitmedi 🙂