Odanın kapısı aralıktı, içeriden hiç ses gelmiyordu. Elif, aralıktan başını uzatarak içeriyi görmeye çalışırken sert bir şeye bastı, gözlerini ayaklarına çevirdiğinde odanın kapısından dışarıya doğru saçılmış onlarca kalem gördü.
Mert, yazmayı sevmezdi ama kalemlere tutkundu, her boyut ve renkte kalemi vardı. Kalemleri onun hazinesi gibiydi, her gün özenle tek tek düzenlerdi. Tüm o kalemlerin şimdi etrafa bomba patlamış gibi yayılması Elif’i telaşlandırmıştı, daha fazla beklemeden odaya girdi.
Oda, kalemler dışında bomboştu, tüm eşyaların yerinde yeller esiyordu. Mert’i arayıp ne olduğunu öğrenmeliydi; aradı da ama telefonun sesi sanki odanın duvarından geliyordu. Sese doğru yaklaştıkça duvarda telefonun sığacağı kadar bir delik olduğunu gördü, iyice telaşlanmaya başlamıştı, günlerdir Mert’ten haber alamıyordu. Son çare evine gelmiş kapıyı yedek anahtarla açmıştı. Evdeki tüm eşyalar yerindeyken sadece Mert’in ve çalışma odasındaki eşyaların olmaması Elif’i iyice meraklandırdı.
Çalışma odasından çıkıp eve sanki ilk defa gelmiş gibi dikkatle incelemeye başladı; çalışma odasındakiler dışında yerinden kıpırdayan tek bir nesne yoktu. Salondaki koltuğa oturup düşünmeye başladı, nerede olabilirdi bu çocuk?
‘Hey, buradayım, aşağıda, beni alır mısın?’
Duyduğu ses Mert’in sesiydi, yere doğru eğildiğinde sesin Mert’in en sevdiği kalemden geldiğini gördü. Eline alıp incelerken kalem tekrar konuşmaya başladı:
‘Kalemlerimi düzenliyordum birden duvarın içinden bir ses geldi, fare tıkırtısı gibi. Sese yaklaştığımda duvarda bir kap açıldı ve tüm eşyalar bir girdaba yakalanmış gibi kapıdan içeri doğru uçtu. Ne olduğunu anlayamadan kapı kapandı sadece minik bir delik kaldı oraya da telefonum sıkıştı. Kapı kapanırken odada sadece kalemlerin kaldığını gördüm. Nasıl olduğunu anlamadan uyumuşum, uyandığımda salonda yerdeydim ama kıpırdayamıyordum. Sonra sen geldin, sen neden bu kadar büyüksün Elif, peki ben neden kıpırdayamıyorum?’
Elif, korkuyla elindeki kalemi düşürdü. Mert’in saçma şakalarından biriydi herhalde yine, ne de olsa çocukluklarından beri Elif’i şakalarıyla korkutmayı çok severdi. Etrafa tekrar baktı, Mert’ten hiç iz yoktu, konuşan kalem dışında… Tekrar kalemi eline aldı ve kalem yine konuşmaya başladı:
‘Elif anlamıyorum, neden beni yere attın? Beni hastaneye götürmen gerekmez mi? Baksana küçücüğüm ve hareket edemiyorum. Ve sanki günlerdir bir şey yememiş gibi kendimi aç hissediyorum, halbuki şu garip girdap olayından hemen önce kahvaltımı yapmıştım.’
Elif, elinde kalemle hızla banyoya gitti ve kalemi aynanın önüne koymaya karar verdi. Bu kalem gerçekten Mert ise ne yapacağını bilmiyordu ama bir şakaysa daha fazla uzatmazdı herhalde. Şaka olmasını dileyerek kalemi yavaşça aynanın önüne koymasıyla Mert’in çığlığını duyması bir oldu:
‘Elif bana yardım et, ben kalem olmuşum!’
Ve korktuğu başına geldi, kalem Mert’ti, can kardeşi bir kaleme dönüşmüştü. O günden sonra Mert, en sevdiği kalemi oldu Elif’in, hikayeleri hep Mert anlattı, Elif yazdı… Elif’den başka hiç kimse bilmiyordu Mert’in nereye gittiğini, zaten anlatsa da inanmazdı hiç kimse ona çünkü kalemi yani Mert’i bir tek Elif duyabiliyordu…
**Hikaye beni bambaşka bir sona getirdi, sonunu böyle düşünmemiştim ama kalemim böyle istedi 🙂
***Yeni kelime: Baykuş
Elif ve Mert’in hikayelerini merak ettim. Sanki devamı gelecek gibi bir hikaye olmuş, bende merak uyandırdı:)
Aslında devamı olmasını düşünmemiştim ama belli de olmaz…sen söyleyince tekrar okudum ve evet sanki devamı olacakmış gibi 😉