Deklanşöre bastığınızda donup kalan o “an”ın, o “an” olmadan önce yaşadıkları yaşattıkları vardır. Dondurduğunuz an sadece bir objeye ait olsa da her fotoğrafın bir hikayesi vardır. O an hissettiklerinizi o fotoğrafa her bakışınızda hissetmeye devam edersiniz.
Bazı kareler ise bazen kendilerine bir hikaye yazılmayı hak eder. Kendimi yazmaya teşvik etmek için bende fotoğraflarıma hikayeler yazmayı planlıyorum, şimdilik her hafta 1 fotoğraf için. Hikayelerim kimi zaman o an hissettiklerim olabileceği gibi tamamen fotoğraf için kurgulayabileceğim hikayelerde olabilecek benden söylemesi. Bakalım ne kadar yaratıcı olabileceğim 🙂
İlk fotoğrafımı ve hikayesini okumak ister misiniz?
Bu fotoğrafı çekerken tek amacım İnstagram hesabımda paylaşacağım sade bir fotoğraf çekmekti ve “Bazen istediğin kareler düşündüğünden farklı olabilir” diyerek paylaşmıştım. O yüzden fotoğrafın özel bir hikayesi yok ama her baktığımda bana beni anlatan, gülümseme sebep olan bu kare bence bir hikayeyi ya da en azından sadece bu fotoğraf için yazılmış birkaç satırı hak ediyor. Bakalım yaratıcılığımı kullanabilecek miyim, yoksa sadece aklımdan geçenleri mi yazabileceğim? Haydi başlıyoruz:
Sanal Dünya Seyyahı
Günlerden bir gün, babamın gençliğinin geçtiği eve gittim. Eve her gidişimde kendime bir şeyler bulup gelirim, bu gidişimde de Certina marka fotoğraf makinesini dolaptan buldum. Makineyi artık kullanma şansım yok, çünkü uygun film üretilmiyor, üretilse de artık analog fotoğraf basan yer kaldı mı hiçbir fikrim yok. Dijital dünyanın esiri olduk hep birlikte. Hayatımızın her anı dijitalleşti, iyi mi oldu acaba. Bazen çok büyük kolaylık olsa da, bana sanki yaşanılanlar da sanalmış izlenimi veriyor bu dijital çağ, İçimde bir yerler yetişemiyor zamana.
Dijital dünyada her anı fotoğraf kareleri ile ölümsüzleştirmek o kadar kolay oldu ki, hepimizin içindeki fotoğrafçı ruhu çıktı ortaya. Eskiden film yanacak diye en güzel anları çekerdik sadece, şimdi her yerde elimizde bir makine. Bende her gördüğüm kuşu, böceği, manzarayı çekerken elimde akıllı telefonumla, bir minik el girdi hayatıma. O zaman dedim ki iyi dijital çağdayız, her anını, her yüz ifadesi kaydettim oğlumun.
Derken yerinde duramaz, fotoğraf karelerine sığamaz oldu benim küçük oğlum. Her karede yine var ama artık bazen eli, bazen ayağı giriyor objektifime ve daha çok sorgulamaya başladım zamanın hızını. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen aylar birbirini kovalarken, biz neyin telaşındayız dedim kendime. Nereye yetişmeye çalışıyoruz, varmak istediğimiz yerden arkamıza baktığımızda bizden geriye ne kalıyor? Arkamı döndüğümde yıllar geçerken benden anılar dışında bir iz kalmadığını fark ettim ve aldım elime iğne ipliği, başladım küçük çarpılarıma. Artık benden birer hatıra küçük çarpılarım.
Önce instagramda paylaştım yaptıklarımı, sonra dedim ki iğne iplik yetmez bir de kağıt kalem pardon klavye alayım elime. Bir anda yazmanın büyüsü sardı beni, her an elimin altında defterim olmazsa rahat edemez oldum. Tatilde bile, tek satır yazmasam da defterin yanında olması mutlu etti beni. O zaman dedim yazdıklarımı da paylaşmanın zamanı geldi. 16 aydır paylaşıyorum blogumda bir şeyler, okunduğunu gördükçe mutluluğumun arttığı.
Dijital çağın meyvesi sanal dünya tanıştırdı beni bu eLvaN ile aslında. Sanal dünya seyyahı olup gezinmeseydim internet sitelerinde ne küçük çarpılarıma başlayabilirdim ne de yazmaya. Dozunu bilince güzel, sanal dünyada seyyah olmak: Bazen bir blogda yazılan satırlar ile dünyanın öbür ucuna gitmek, bazen gözünün önünde fark etmediğin güzelliği fark etmek; bazen de benim gibi gizli hobilerini keşfetmek. Şimdi yeni bir yola çıkmaya niyetliyim, yolumdan şaşmazsam daha çok yazı olacak benden size… Umarım keyifle okumaya devam edersiniz…