Hafta sonu yaklaşırken geçtiğimiz hafta sonunu anlatayım size, ne yapsam diye düşünenlere bir fikir olur belki… İşten bir gün izin alarak 3 günlük bir Pamukkale kaçamağı yaptık, 19 şubatta. En son üniversite zamanlarında gitmiştim, gitmeyeli çok değişmiş…
Eskiden Pamukkale Travertenlerinin etrafı otellerle çevriliydi, ortaokul zamanlarında birinde kalmıştık, otelin bahçesinden travertenlere bakıp çayınızı kahvenizi yudumlayabiliyordunuz. Travertenleri çevresi Hierapolis antik kenti ile çevrili, vakti zamanında bilinçsizlik ile o otellere izin vermişler ki sonradan hatalarını fark edip oteller tek tek yıkılmış. O sırada kaybedilen antik doku tekrar inşa edilmeye çalışılmış. Düzeltilemeyen yerlere dinlenebileceğiniz alanlar yapılmış.
Travertenler ve Antik Kent artık müze ve ören yeri statüsünde, paralı giriş ile girip gezebiliyorsunuz. Otellerin olduğu dönemlerde grileşmeye başlayan travertenler, tekrar adını aldığı pamuk haline dönmeye başlamış.
Kısa bir Pamukkale girişinden sonra gezimize başlayalım, ne dersiniz? Cuma sabahı Küçük Sıpamın kahvaltısını yaptırıp yola çıkmaktı niyetimiz ama beyefendinin “ben bir yere gitmek istemiyorum” krizi tuttuğu için evden çıkışımız efsaneydi: ağlayan bir çocuk, onu oyalamaya çalışan anane ve dede, son dakikaya hazırlık bırakan anne… Yola çıkmayı planladığımızdan yaklaşık 1 saat sonra arabayı çalıştırabildik.
Aydın’a geldiğimizde öğle yemeği saatiydi ve otelimizde yarım pansiyon olduğundan yemeğimizi Nazilli Kısmet Pide’de yedik. Yolunuz düşerse nerede yesem diye düşünmeden gidebilirsiniz, lezzetli ve temiz servisiyle göz doyuruyor.
Yemekten sonra hedefimiz otele varmaktı, otele gittiğimizde saat 3’e yaklaşmasına rağmen odalarımız hazır değildi. İlk başta bu bende olumsuz bir etki bıraksa da otelin kalabalığını görünce normaldir dedim kendime. Richmond Pamukkale Thermal’de kaldık, otelde neredeyse boş oda yoktu sanırım, baktığım her yerden insan çıkıyordu.
O kalabalığa rağmen termal havuzun temizliği takdire değer, ancak yemek ve servis için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yemekler ortalamanın biraz üzerinde olmakla beraber çeşit azdı bir açık büfeye göre. Ve garsonlar, leb demeden leblebiyi anlayanlardan değildi ne yazık ki. Masanızda biriken boş tabakları siz söylemezseniz zahmet edip almıyorlar bile. Odamız ise temiz ve genişti. Otelin kurulu olduğu alanın genişliği ise tatil köylerini aratmayacak büyüklükte, akşamları yemekten sonra rahatlıkla yürüyüşünüzü yapabilirsiniz.
İlk günümüzü yol yorgunluğu atmak ve dinlenmek için otelde geçirdik. Sıpamın ilk gün erken uyumasıyla odamda küçük çarpılarımı bile yapmaya zaman bulabildim.
İkinci günümüzde kahvaltımızı yapıp travertenlere doğru yola çıktık. Travertenler otele yaklaşık 10 dakikalık araba mesafesinde. Travertenlerin 2 giriş kapısı var biri aşağıda biri yukarıda; aşağıdan girerseniz yukarı kadar travertenlerin arasından yürüyerek çıkabilirsiniz. Biz oğlum olduğu için direkt yukarıdaki kapıdan girdik içeri. Travertenleri ve antik kenti içine alan geniş bir alan gezebileceğiniz yer.
Üst kapıdan girdiğinizde antik kente daha yakınsınız, biz travertenler boyunca Antik Havuz’a kadar yürüyüp orayı gezdik. Havuz biz gittiğimizde yüzmeye kapalıydı, ama açık olduğu dönemde kişi başı 30 TL civarı bir ücret alıyorlarmış. Havuzun hemen yanında müze var ama biz müzeyi de gezmedik. Küçük adımlarla gezmek tahminimden daha çabuk yoruyormuş 🙂 Havuzun etrafında bir tur atıp birkaç fotoğraf çektikten sonra travertenlere bakan bir alanda belediyenin işlettiği kafeterya tarzı yerde kahvelerimizi içip, öğle yemeği için Kırmızı Su’ya gittik.
Kırmızı Su denilen bölgede, küçük bir park kadar bir alan vardı gezilecek. Yemek yemek içinse tek bulabildiğimiz gözlemecilerdi. Gözlemelerimizi yedikten sonra tekrar otelimize dönüp termal havuzun keyfini çıkardık. Havuz keyfimizden sonra ise 5 çayımız ve akşam yemeğimiz.
Son gün yorulmamızın ve başka yakın çevrede gezecek yer kalmaması sebebiyle kahvaltıdan sonra son bir havuz keyfi yapıp yola çıktık. Dönüş güzergahımızı Manisa üzerinden yaptık. İlk önce yol üstünde bulunan Buldan’a uğrayıp birkaç eşya aldık sonra öğle yemeğine kadar durmadan devam. Öğle yemeğimiz ise Salihli’nin meşhur odun köftesi oldu. Bir tanıdığın tavsiyesiyle yol üstünde bulunan bir yerde değil, çarşısında esnaf lokantasında yedik köftelerimizi hem fiyat olarak hem de lezzet olarak yol üstündekini sollar bence. Yol üstündekinden daha ucuz ve daha lezzetli bir köfte yedik.
İşte kısa hafta sonu kaçamağımız böyle geçti. Pamukkale’yi görmediyseniz gitmenizi tavsiye ederim yeni çehresiyle daha bir gezilesi olmuş 🙂 Yeni tatil anılarında görüşmek üzere….
Küçüklüğümden beri çok çok gitmek istemişimdir. Bir türlü kısmet olmadı 🙁
ilk fırsatta gitmenizi tavsiye ederim, gezilecek o kadar güzel yerler var ki