İzlediklerimi yazmaya geldim. Hanna ve Lidia Poët’in Hukuk Mücadelesi bu hafta izlediğim iki güzel dizi oldu.
Geçen hafta neler okuyorum yazdıktan sonra izlediklerim başka bir yazı konusu olsun demiştim. Bu aralar aksiyon, macera dizilerine sarmış durumdayım. Citadel – Diana’yı bitirdikten sonra oldu hepsi 🙂
Dönem dönem farklı tarzlara sarıyorum, bazen korku, bazen romantik komedi, bazen dram, bazen de aksiyon… İşte bu aralar aksiyon dönemindeyim.
Hanna
Citadel’i izledikten sonra öneriler kısmında çıktı Hanna. Konusunu okuyunca ilgimi çekti:
Hem soluk soluğa bir gerilim hem de yetişkinliğe geçiş dramı olan HANNA, ormanda büyüyen sıra dışı bir genç kızın yolculuğunu izliyor. Kendi bildiğini okuyan bir CIA ajanının amansız takibinden kaçan Hanna, aynı zamanda kimliğinin altında yatan gizemi ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Amazon Prime’da tanıtımı ve fragmanı görünce de birden kendimi diziyi izlerken buldum.
Başrollerini Mireille Enos, Joel Kinnaman ve Esme Creed-Miles paylaşıyor ve 3 sezondan oluşuyor dizi. İlk sezonda Hanna’nın kim olduğunu öğreniyoruz, ikinci sezonda yalnız olmadığını, üçüncü sezonda ise olayların neler olduğu daha bir açığa çıkıyor. Bu arada aslında dizi 2011 yapımı aynı isimli bir filmden uyarlanmış. Filmini de izleyeceklerim arasına ekledim, çünkü 3 sezonluk malzeme çıkartıkları 1 saat 57 dakikalık filmi merak ettim.
Arada mantık hataları olsa da izlemesi keyifli bir aksiyon dizisiydi diyebilirim. Mantık hatası ne mi? Mesela Hanna ormanda babasından başka hiç kimseyle iletişime geçmeden büyüyor. Bu tarzda bir yetiştiriliş insan doğası gereği bir yabaniliğe sebep olur bence. Ama Hanna, insan içine karışınca hiçbir iletişim ve uyum sorunu yaşamıyor. İletişimi geçtim sanki yıllardır ormanda değil şehirde yaşıyormuş gibi rahat rahat seyahat de ediyor. Sadece erkeklerle ilk karşılaşmasında biraz ucundan dokunmuşlar orman çocuğu olduğuna o kadar. Tabiki de dizinin gerçek olmadığını biliyoruz, sadece sanki daha gerçekçi bir karakter olabilirdi. Süper bir dizi yorumcusu değilim ama dikkatimi çekti bu nokta.
Hanna’yı bitirdikten sonra hızımı alamayıp Citadel düyasının yeni dizisi Citadel – Honey Bunny başlamış, onu izleyim dedim ama olmadı. Honey Bunny Hint yapımı, dizinin 15 dakikasını ancak izleyebildim, sıkıntı bastı kapattım. Belki sonrasında güzelleşiyordur ama ilk 15 dakika bana yetti de arttı. Citadel dünyasının en sevdiğim dizisi Citadel – Diana oldu. Sadece tek bir Citadel dizisi izleyim derseniz, Diana’yı öneririm.
Lidia Poët’in Hukuk Mücadelesi
Hanna’dan sonra istediğim gibi aksiyon bulamayınca da ikinci sezonu gelmiş olan Lidia Poët’in Hukuk Mücadelesi’ni izledim.
Lidia Poët, İtalya’nın ilk kadın avukatı ve gerçek hikayeden esinlenerek çekilmiş dizi. Her bölümde bir cinayet aydınlatılıyor. Dizide biraz Sherlock Holmes tadı var ama onun kadar iyi değil.
Lidia Poët, İtalya’nın ilk kadın avukatı. 1883 yılında avukatlığa hak kazanmış, ama daha sonra krallık başsavcılığının kadınların avukatlık yapmasının yasal olmadığı gerekçesiyle ihraç edilmiş. Kadınların kamu görevlerinde yer alması, seçme ve seçilme hakkının olması gibi bir çok olayı tetiklemiş olan Lidia Poët 1920 yılında mesleğine iade edilmiş.
Hayat hikayesi kısaca böyle olan Lidia Poët’i dizide ise sanki bir dedektif gibi görüyoruz. Barodan ihraç edilmesi konusu tabiki de işleniyor ama avukat olarak her bölümde bir cinayeti aydınlatmasına daha çok yer veriliyor. Olayların sakız gibi uzatılmadan bir bölümde sonuca ulaşması ise diziyi daha keyifli hale getirmiş. Dönem dizileri ve biraz dedektiflik seviyorsanız keyifle izlersiniz bu diziyi.
İzlediklerimden sonra geçen hafta bahsettiğim kitaplarımın ise hala bitmediğini yazayım 🙂 Kasım bitmeden bitebilecekler mi acaba?
Haftaya görüşürüz…