Durduk yere nereden çıktı bu yazı diyorsunuz, aslında her şey bu sabah Rıdvan Tolga’mın 5,5ta uyanması ile başladı. Evet, yanlış okumadınız küçük sıpa sabahın köründe uyandı ve cin gibi gözlerle hadi anne oyun oynayalım dedi. Bu çocukların hayat felsefesini
benimsesek bence her şey güllük gülistanlık olur dünyamızda, diye düşündüm ve kendimi klavyenin başında buldum huzursuzluğumu üzerimden atayım diye. İlk paragrafta aklıma ne geldiyse yazdım farkındayım, okudukça ne demek istediğimi daha rahat anlayacaksınız.
Hadi başlayalım 🙂
Sağlıklı yaşamı öğrenme çalışmalarım sırasında kahvaltıyı kendime alışkanlık haline getirdim ve günden güne sabah kalkış saatimi erkene çekerek hem kahvaltımı rahatlıkla yapmaya başladım, hem de sabahları evin sakinliğinde kendim için zamanım oluyor. Bu
rutine o kadar çok alışmışım ki sabah sıpamın benden erken uyanması ve rutinlerimi gerçekleştirememiş olmam beni huzursuz etti. Çocuk bir gün erken kalkmış sende rutinim bozuldu diye dert yanıyorsun diyorsunuz, haklısınız. Ve itiraf yazmaya başlayınca aslında
sabahımın çok güzel geçtiğini fark ettim; oğlumla oyun oynadım ve kahvaltımı yaparken bana eşlik etti. Evet, kendime ait bir zaman olmadı bu sabah ama oğlumla zaman geçirdim.
Okuyorum, araştırıyorum, yazıyorum sadeleşmek istiyorum diye. Sadeleşmek için bir çocuğun gözlerinden dünyaya bakmak yeterken, benden farklı kişilerin nasıl sadeleştiğini, minimal olduğunu okuyorum ve kendime uyarlamaya çalışıyorum yöntemlerini. Halbuki
çocuğumu izlesem, ondan minimallik adına birçok şey öğrenebilirim. Bir çocuğu gözlemleme şansınız olduysa dediğimi anlamışsınızdır. Şayet öyle bir şansınız olmadıysa çok şey kaçırıyorsunuz, bir fırsatını bulup gözlemleyin ufaklıkları.
Bu ufaklılar her zaman hayata pozitif bakarlar, daha negatifliğin ne olduğunu öğrenmedikleri için. Meraklıdırlar, meraklarını gidermek için siz ellenmemesi gerektiğini belirtseniz bile yanına gidip incelerler objeleri veya canlıları. Güldükleri zaman gözlerinin
içinde hissedersiniz neşelerini. Üzüldüklerinde, ağladıklarında günlerce karalar bağlamazlar en fazla yarım saat sonra neşeleri yerine gelir, neye üzüldüklerini hatırlamazlar bile. Sevdikleri giysileri vardır evet, ama bir kıyafetleri beğendikleri için her
rengine sahip olmak istemezler; sevdikleri giysi üzerlerinde olsun isterler. Yetişkinlerin yaptığı gibi eşyaları özel günler için saklamayı bilmezler, seviyorlarsa parça parça oluncaya kadar keyifle kullanırlar.
Her yeni günü, gerçekten yeni bir gün olarak karşılarlar; doğum günü, özel gün, bayram veya başka bir isim takmazlar günlere sadece yeni bir gündür. Bir önceki günden kalan işleri yoktur, varsa da artık önemli değildir onlar için. Geleceğe dair planlar yapmakla
meşgul değillerdir, sadece bulundukları günü yaşarlar. Siz öğretmeseniz doğum gününün ne olduğunu önemsemezler, hediye de istemezler doğum günlerinde ama biz yetişkinler inatla belli günlerin özel olduğunu ve kutlanması gerektiğini öğretiriz onlara.
Kısaca ufaklıkların hayat felsefesini öğrenmek yerine kendimizinkini onlara öğretmeye çalışırız ve sonunda başarırız, büyüdü bizim ufaklık deriz. Ufaklıklar büyümeden, hayat felsefelerini öğrenmek dileğiyle…