Kitaplarımı anlatmaya geldim… Bir ara her ay sonunda bu ay ne okudum diye yazıyordum, hem kendime arşiv oluyordu hem de ne okusam diye düşünenlere öneri. Hatta hala blogumun en çok okunan yazıları arasında kitap yazılarım. Sonra bir baktım üzerinde konuşmak istediklerim dışında kitapları yazmayı bırakmışım. 2025 ile birlikte instagramda okuduğum kitapları tekrar kısa kısa yazmaya başladım. Bu sefer arşivi orada tutayım dedim. Fotoğrafı çekip yazması keyifli oluyor, hem de fotoğraf çekmek için bahane oluyor bana.
Tabii atladığım bir nokta var, okuduğum kitapları burada anlatmak yazma keyfimi arttırıyor. Hatta burada kitaplarımı anlatırken çok daha fazla yazıyordum arka planda. Hikayelerim çıkıyordu ortaya. Gerçi 2025’e kadar okuma hızımda çok iyiydi, yazmamı destekliyordu bir yandan. Bu sene ise bana göre çok yavaş okumaya başladım. Nisan ayı geldi ve henüz sadece 10 kitap okuyabildim, ayda 4 kitabı rahat rahat bitiren elvan için bu bir hayal kırıklığı 🙂 Matematiksel hesap yaparsak sadece 2 kitap az okumuşum ama okuduğum kitapları ve süreleri düşününce bence çok az. Hatta okuduğum 2 kitap 6 ay önce okuduğum kitaplar, bir tanesi de yıllar önce okuduğum bir kitap. O zaman 3 ayda sadece 7 yeni kitap okudum diyebilirim. İşte bu yüzden her ay sonu ne okudum köşesine geri dönmeye karar verdim. Birazcık da Okudum, Bitti köşem canlanır fena mı?
O zaman başlıyoruz 🙂
Kız, Kadın, Öteki…
Kitap kulübümüzde seçilmemiş olsaydı büyük olasılıkla dikkatimi çekip merak edeceğim bir kitap olmazdı. Bernardine Evaristo bu kitabı ile 2019 yılında Booker ödülünü alan ilk siyahi kadın olmuş.
Kitaba gelirsek, hayatları bir noktada kesişen 12 siyahi kadının hikayesini anlatıyor. Her bir hikayeyi birbirinden bağımsız düşünebilirsiniz, hikayelerin yerleri değişse de kitabın bütünlüğü bozulmaz. Bu kadınların yaşamlarını her açıdan anlatıyor diyebiliriz kısaca. Kitapta anlatılan kadınların yaşları, meslekleri, cinsel kimlikleri, aile yapıları, etnik kökenleri birbirinden farklı. Yazar kitabı dört bölüme ayırmış. İlk bölümde elli yaşlarında, tiyatro yönetmeni Amma, üniversite öğrencisi kızı Yazz ve ABD’de yaşayan arkadaşı Dominique var. İkinci bölümde, Oxford mezunu, yatırım bankacılığı yapan Carole, annesi Bummi ve lise arkadaşı süpermarkette çalışan La Tisha anlatılıyor. Üçüncü bölümde Amma’nın liseden arkadaşı Shirley, annesi Winsome ve iş arkadaşı Penelope var. Son bölüm de ise sosyal medya influencer’I Megan, bir çiftlikte yaşayan büyük büyükannesi Hattie ve Hattie’nin annesi Grace anlatılıyor.
Kitabın bir ana karakteri yok. Bazı hikayeler farklı bir zaman diliminde geçiyor, ortak noktları siyahi kadınlar olmaları. Ancak Amma’nın adını bir şekilde bölümler arasında görebiliyoruz, ana karakter değil ama bir şekilde teğet geçmiş yaşamlardan.
Kitabın yazım tarzının ise başlarda beni çok zorladığını itiraf etmeliyim. Yazar sadece özel isimleri büyük harfle yazıyor ve nokta kullanmıyor. Okumaya ilk başladığınızdan cümle nerede bitiyor, nerede başlıyor kısmı biraz kafa karışıklığı yaratsada biraz okuduktan sonra tarzına alışıyorsunuz ve akıcı bir şekilde devam ediyor kitap.
Pera Palas’da Gece Yarısı…
Arkadaşımın kitaplığında kitabı görünce “aa kitabı da mı varmış” diye düşünerek almıştım. Dizisinin ilk sezonunu izleyip ikinci sezonun ilk bölümde bıraktım. Kitaba da acaba devamı nasıl diyerek elim gitti. Ama beni bir süpriz bekliyordu 🙂
Kitap, dizideki gibi zamanda yolculuk yapılan bir kurgu hikayeyi anlatan roman değil, bir tarih kitabı. Hatta kitapta geçen karakterler dizide karşınıza bile çıkmıyor. Kitabı okurken ise sizi zamanda yolculuğa çıkardığı kesin. Normalde tarih kitaplarını okumayı sevmem, anlatım tarzlarının çok didaktik olduğunu düşünürüm ya da bugüne kadar karşıma çıkanlar öyleydi, bilmiyorum. Bu kitabın dili öyle değil, hikaye anlatır gibi anlatmış yazar, elinize aldığınızda sayfalar nasıl ilerliyor fark etmiyorsunuz. Peki neden Pera Palas? Çünkü yazar Pera Palas’ı merkeze alıp onun üzerinden anlatmış İstanbul’u ve yaşananları. Yazar objektif mi tartışılır ama tarihimizi yabancı bir yazarın kaleminden okumak, farklı bir bakış açısı görmek benim için yeni bir deneyimdi. Tarih kitaplarını seviyorsanız bir şans verin derim, belki de okumuşsunuzdur.
O Muhteşem Hayatınız
Çevrimiçi kitap kulübümüzün şubat ayı kitabı… Oya Baydar’ın daha önce herhangi bir kitabını okumamıştım. Kitap kulübümüzde seçilmeseydi yine dikkatimi çekecek bir kitap olmazdı sanırım. Hatta kulüple okuyor olmasaydım büyük olasılıkla başlarında bırakırdım kitabı. Kitabın ilk bölümü benim için çok yavaş ilerledi. Dünyaca tanınmış bir opera sanatçısının çocukluk fotoğrafları bir anı toplayıcısının eline geçiyor ve onunla tanışması ve fotoğraflar üzerinden anlatıma başlıyor kitap. Daha ilk sayfalarda o fotoğraflarda bir şeyler olacağını tahmin ediyorsunuz. Ama olay örgüsü kitabın ikinci bölümünden itibaren değişiyor ve hikayeyi merakla okumaya başlıyorsunuz. 2000’li yılların İstanbul’undan 1938 yılı Dersim’ine uzanan bir hikaye var kitapta. Yazarın betimlemeleri bazı yerlerde beni yorsa da okudum, bitti. Sadece bir nokta gereksiz geldi gözüme ama onu da söylersem spoiler olur sanki …
Prokrastineyşın
“Başlanıp Bitirilmesi Gereken İşleri İnatla Erteleme, Savsaklama ve Oturup Çalışmak Yerine Ivır Zıvır Şeylerle Oyalanma Alışkanlığıyla Mücadele Kılavuzu” diyor kapağında sırf bu yüzden dikkatimi çekti ve okumaya başladım, hatta geçen ay burada yazdım. Bu aralar herşeyi erteleyen bir birey olarak belki farklı bir şey okurum, ertelemenin önüne geçecek bir tüyo görürüm diyerek okudum kitabı. Ancak her yerde gördüğümden/okuduğumdan farklı bir şey yazmıyordu. Yazarın aynı isimli bir blogu varmış, kitapta zaten blog yazıları gibiydi; okunması kolay ve akıcı.
Aradığın Şey Kütüphanede Saklı
Sade ve naif bir anlatımı olsa bu kitapta beni ilk kendine çeken adıydı. Okumayı çok seven biri olarak böyle bir isimdeki kitaba kayıtsız kalamazdım. Ve tek solukta okudum diyebilirim.
Kitapta hikaye Tokyo’da yaşayan 5 farklı karakter üzerinden anlatılıyor. İlk karekter Tomoka 21 yaşında ve kadın giyim satış danışmanı. İkinci karekter Ryo, 35 yaşında, bir muhasebeci. Onları 40 yaşındaki eski dergi editörü Natsumi ve 30 yaşındaki ev genci Hiroya takip ediyor. Son bölümde de emekli, 65 yaşındaki Masao var. Her birinin ortak paydası Halk Eğitim Merkezi’nin kütüphanesine yollarının düşmüş olması ve kütüphaneci Sayuri Komaçi. Sayuri istenilen kitapların dışında süpriz kitap tavsiyesiyle yeni dünyaların kapılarını aralıyor. Karakterler aradıkları cevapların bir kitabın sayfaları arasında olduğunu fark ediyor.
Hikayeye birazcık kişisel gelişim sıkıştırılmış olsa da okurken içinizi sımsıcak yapıyor. Keyifli vakit geçireyim derseniz tavsiyedir.
Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık
Ara ara yaratıcı yazarlık ile ilgili kitapları okumak hoşuma gidiyor, özellikle de yazmak için motive olamadığım zamanlarda… Bu aralar hikayelerimden uzak kaldım, klavyenin başına geçsem de elime kağıt kalem alsam da günlük yazmaktan bir adım öteye gidemedim. Hal böyle olunca en iyisi okumak dedim, ne de olsa yazmak için yazmak gerektiği gibi okumak da gerekiyor… Ve yıllar önce okuma listeme aldığım ama bir türlü başlayamadığım Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabının sayfalarını çevirmeye başladım. Kitap bölümler halinde kurmacanın unsurlarını anlatıyor. Kitapta en çok hoşuma giden ise bölüm başlarının Türk yazarların eserlerinden örneklerle başlaması ve konunun o eserler üzerinden anlatılması oldu. Çeviri yazarlık kitaplarında sanki havada kalan bir nokta oluyordu. Kendi dilimin yazarlarından örnekler okumak daha bir benimsetti kitabı. Kısaca yazmayı seviyorsanız, kurmacanın unsurları nedir diyorsanız bu kitaba bir bakın derim
Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım
Bu kitapla ilgili olumsuz hiç bir yorumla karşılaşmadım. Herkes su gibi aktığını, o dönemi çok iyi tasvir ettiğini, iki kız arkadaşın inişli çıkışlı ilişkileriyle anlatılan yoksul mahalle hayatının çok gerçekçi olduğunu söylemiş ve herkesten tam not almış. Yazarının mahlas kullanarak yazması da acaba yazılanlar gerçek mi, yazarın biyografisi mi sorusunu getirmiş akıllara. Kitap ayrıca okunması gereken 100 kitap arasında ilk sırada yer alıyor.
Kitapla ilgili bu kadar çok pozitif yorum olunca ve kitap kulübümüzde seçilince bende kitabı okuyanlar arasına katıldım. Ama bende tavsiye edenlerinki kadar büyük bir etki bırakmadı. Bu arada seri Napoli Romanları adı altında 4 kitaptan oluşuyor ve Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım serinin ilk kitabı. İlk kitapta iki arkadaşın çocukluk ve gençlik dönemini anlatmış yazar. Belki de o yüzden beni çok fazla etkilemedi, bilmiyorum. Kitaba başlarken serinin diğer kitaplarını da kesin okurum diyordum ancak şimdi okumak istediğim onca kitap varken buna zaman ayırmak içimden gelmiyor. Hep derim her kitabın belli bir zamanı vardır diye, belki de bu kitabın benim için henüz zamanı gelmemiştir.
Daha önce okuyup tekrar okuduğum iki kitap ise blogda da yazdığım Kahve Soğumadan Önce ve Kafeden hikayeler kitaplarıydı. Kahve Soğumadan Önce kitap kulübümüzün şubat ayı kitabıydı, Kafeden Hikayeleri ise tadı damağımda kaldığı için tekrar okudum. Diğer okuduğum kitap ise yine burada anlattığım Koku kitabı. Bu sefer hemen arkasından filmini de izleyerek kitabı tamamen unutulmaz kıldım diyebilirim.
İşte böyle 2025’in ilk üç ayında okuduklarım, bundan sonra her ay neler okudum demek için sabırsızlanıyorum.
Ne diyordum; kitapla kalın, mutlu kalın… İyi okumalar…